Tarmakbir Genel Sekreteri M. Selami İleri, bu sayıdaki köşesinde ”Aile Anayasası ve Kurumsallaşma!” konusunu kaleme aldı.
Ülkemizde anayasası olmayan aile şirketlerini bir arada tutabilmek ciddi bir mesele haline gelmiş durumdadır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kurucudan sonraki nesillerde aile şirketlerinin dağılması veya bölünmesi sektörümüz için de oldukça önemli bir sorundur. Dünyadaki küresel tarım makineleri firmalarının önemli bir kısmının 1850’lerden itibaren kurulmuş olması ve halen önemli bir kısmının aile firması olarak faaliyetlerine büyüyerek ve başarıyla devam etmesi, üzerinde düşünülmeye değer bir husustur. Ülkemizde ise işlerin kurallara, liyakata göre değil kişilere göre yürümesi yani “kurumsallaşmanın olmaması”, aile şirketlerinin parçalanmadan hayatta kalabilmesini ve sürdürülebilir bir büyümeyi sağlamasını engellemektedir.
KOBİ tanımı ülkemizde “250 kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı ya da mali bilançosu 125 milyon lirayı aşmayan ve yönetmelikte mikro işletme, küçük işletme ve orta büyüklükteki işletme olarak sınıflandırılan ekonomik birimler” olarak yapılmaktadır. Türkiye’deki tüm işletmelerin yüzde 99,8’i KOBİ’lerden oluşmakta ve bu işletmeler toplam istihdamın yüzde 76,7’sini sağlamaktadır. Bu oranlar, ülke ekonomisinde KOBİ’lerin yeri ve öneminin büyüklüğünü çarpıcı olarak göstermektedir. Yine ülkemizde aile şirketlerinin oranı yaklaşık yüzde 95 seviyesinde olup bu şirketlerin ortalama ömrünün 25 yıl olduğu görülmektedir.
Ülkemizde aile şirketlerine ilişkin olarak Türk Ticaret Kanunu’nda bir düzenleme mevcut değildir. Bununla birlikte, ülkemiz ekonomisinde –dünya ekonomisinde olduğu gibi- aile şirketleri nicelik, istihdam, ekonomik ve katma değer açısından göz ardı edilemeyecek bir öneme sahiptirler. Forbes’in milyarderler listesinin yüzde 40’tan fazlası aile şirketi sahiplerinden oluşurken, dünyanın en zengin ilk 10’unun 7’sinin aile şirketi sahibi olduğu biliniyor.
Aile şirketlerinin başlıca avantajları sermaye yapısının ailenin elinde olması, karar almada hız, aileden kaynaklanan ekip ruhu, “benim işim değil” yaklaşımın olmaması, güçlü aile bağları dolayısıyla krizde olumlu refleks, bilgi ve tecrübenin kurumda devamlılığı, kurum kültürü olarak belirtilmektedir. Buna mukabil finansmanın aile ile sınırlı olması, yanlış istihdam, yetki ve sorumluluk belirsizliği, aile bireylerinin yönetilmeye değil de yönetmeye meyilli olması, eğitim konularında isteksizlik, yanlış aile kültürünün kuruma yansıması, çıkar çatışmaları, verilere göre karar almada isteksizlik, girişimcinin muhafazakârlığı, yönetimin devrinde ve kurumsallaşmada isteksizlik, hissedarların karar mekanizmalarında sürekli yer alma isteği ve aileye dışarıdan yeni katılan bireylerin (eşlerin) etkisi ciddi birer dezavantaj olarak karşımızda durmaktadır.
Kurumsallaşma ise bir işletmenin, faaliyetlerini kişilerin varlığına bağımlı olmadan sürdürebilmesini ve geliştirebilmesini sağlayan bir yapı oluşturulmasıdır. Şirketlerin, patron, lider yönetici ve önemli personele bağımlı olmadan faaliyetlerini sağlıklı bir şekilde yürütebilmeleri ve geliştirebilmeleridir. Kurumsallaşma, işin tamamen profesyonellere bırakması, bir sürü danışman toplaması, şirketin sırlarını dışarıya çıkarması demek değildir. Tam tersine, patronların işin başında olması ve diğer çalışanlarla kolektif bir çalışma ruhu oluşturmasını gerektirir.
Aile şirketlerinin temel amaçlarından birisi, şirketlerin devamlılıklarını temin ederek, sonraki kuşaklara devretmektir. Aile ilişkilerinin kurumsallaşması genelde, üzerinde çok fazla düşünülmeyen ama aile şirketlerinde en temel problemleri yaratan bir konudur. Kurumsallaşma “sistem haline gelmek” olarak düşünüldüğünde, sadece şirketin sistem haline gelmesi yetmez, aile ilişkilerinin de bir sistem haline getirilmesi gerekir. Yani sadece şirketin/yönetimin değil; ailenin de kurumsallaşması gereklidir.
ABD’de, ikinci kuşağa kadar yaşayabilen aile işletmelerinin oranı yüzde 20’yi geçmemekte ve hatta bu yüzde 20 nin ise ancak yüzde 17’si üçüncü kuşağa kadar devam edebilmektedir. Sonuç olarak birinci kuşak tarafından kurulmuş olan 100 aile işletmesinden sadece 3,4 tanesi üçüncü kuşağa kadar yaşamını sürdürebilmektedir. Birleşik Krallık’ta bu oran 3,3 seviyesindedir. Türkiye’de de benzer bir durum söz konusudur.
Tarımsal mekanizasyon sektöründeki imalatçı firmalarının da çok büyük oranda aile şirketi olduğu dikkate alınırsa, başarılı bir işletme hayatı ve sürdürelebilirlik için aile anayasası ve kurumsallaşma konusunda profesonel bir destek alması, bir seçenekten ziyade bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim kendi ülkesinde güçlü olmayan bir firmanın bir başka ülkede güçlü olmasını beklemek de sadece zaman kaybına neden olmaktadır.