Tarmakbir Genel Sekreteri M. Selami İleri, bu sayıdaki köşesinde ” Tarım makineleri endüstrisinde katma değer ve haksız rekabet! konusunu kaleme aldı.
Dünyada yaklaşık bir değerle 120 milyar dolarlık pazar büyüklüğü olan tarım makineleri sektöründe, küresel 10 aktörün pazarın yüzde 75’ine hâkim olması, kalan yüzde 25’lik kesim için kıyasıya bir rekabet anlamına gelmektedir. Ama ülke içinde onlarca rakibin aynı alanda çarpıştığı, haksız rekabetin yoğun yaşandığı bir yerde özellikle küresel anlamda ölçek ekonomisine geçecek bir firma oluşturmak, fazlasıyla iyimser bir düşüncedir. Sektörde, İtalya hariç önemli AB ülkeleri 500–600 imalatçı firma ortalaması ile çalışırken, Tarım Bakanlığı kayıtlarına göre 2019 yılı itibarıyla Türkiye’de 1.081 firma faaliyet göstermektedir. Ülkemizdeki pazar büyüklüğüne göre oldukça fazla sayıda olan firmaların bir kısmı kaliteden/ teknolojiden ziyade fiyatta rekabeti ön plana çıkarmaktadır. Bu firmaların düşük fiyat rekabeti, diğerleri üzerinde maliyet azaltma baskısı doğurmakta, bu da kalite ve teknolojiyi düşürmektedir.
Diğer yandan ülkemizdeki tarımsal yapı, tarımda gelişmiş ülkelere göre olumsuz olarak nitelendirebileceğimiz bazı farklılıklar göstermektedir. Mevcut arazi ölçeklerinin durumu, tarım arazilerinin genellikle küçük parsellerden oluşması, ayrıca bu parsellerin de bir arada olmayıp oldukça dağınık bir şekilde bulunması, ortak makine kullanımındaki yetersizlikler ve özellikle çiftçilerin alım gücünün düşük olması, yurt içi talebin de orta–düşük teknolojili ve düşük kapasiteli makineler üzerinde yoğunlaşmasına, bu da katma değeri düşük bir üretime sebep olmaktadır. Yurt içi pazarda katma değeri düşük ürünlere olan talep, daha teknojik makinelerin üretilmesinin önünde ciddi bir engeldir. Bu olumsuz durum doğal olarak ihracatımıza da yansımaktadır. Kendi ülkesinde güçlü olmayan bir firmanın bir başka ülkede güçlü olmasını beklemek sadece zaman kaybına neden olmaktadır. Bu olumsuz duruma rağmen, dünya ihracat sıralamasında 15. sırada yer alan Türkiye’nin, klasmanında Brezilya, Birleşik Krallık, Polonya, Hindistan ve Finlandiya ile bir rekabet yaşarken, küresel bir aktör olmak, dünyada ilk 10’a girmek için de Japonya, Kanada, Avusturya gibi ülkelerin önüne geçmesi gerekmektedir.
Tarım makineleri endüstrisindeki haksız rekabet, faaliyet karlılığını düşürmekte, düşük kar marjları da doğal olarak araştırma–geliştirme faaliyetleri başta olmak üzere nitelikli teknoloji kullanımını, nitelikli istihdamı, markalaşma ve pazarlama harcamalarını azaltmaktadır. Firmalarımızın genel olarak işletme sermayelerinin yetersiz olması da bu bahsi geçen alt yapı yatırımların yetersiz kalmasının önemli bir sebebidir.
Sektörümüzde marka bilinirliğinin olmaması, fason üretimin de son derece gelişmiş olmasına sebep olmaktadır. Ekipman imal eden bazı firmalar, imal ettikleri makineleri yurt dışından siparişi veren firmanın etiketi ile bu kuruluşlara göndermekte ve alıcılar bu makineleri kendi markaları ile dünyanın çeşitli ülkelerine satmaktadır. Bu yöntemle gerçekleşen ihracat rekabetçi kalite ve teknolojiye sahip olunmasına rağmen imalatı yapanın markasının tanınmasını engellemektedir.
Endüstrimiz, batılı ülkelere göre özellikle daha ucuz işçilik, düşük katma değer ve kar marjları nedeniyle ürün fiyatında rekabet halinde olduğumuz birçok ülkeye göre avantajlı bir konumdadır. Üstelik bu avantaj sadece fiyat olarak değil, fiyat/ performans açısından da iyi bir seviyededir. Bununla birlikte düşük katma değerli üretim, karlı ve sürdürülebilir bir üretimin önünde ciddi bir engeldir.
Yaratılan katma değeri, ihracat kilogram fiyatı ile ölçmek ve karşılaştırmak tamamen doğru bir yaklaşım olmamakla birlikte bir fikir vermesi açısından önemli olabilir. Örneğin 2021 yılı itibarıyla ekipman ihracatında Türkiye 3,9 $/kg seviyesindeyken İtalya 8,3 $/kg ve Almanya 11,2 $/kg değerlerine ulaşmıştır. Traktörde ise durum biraz daha lehimizedir. Traktör endüstrisinde İtalya 10,6 $/kg ve Almanya 14,6 $/kg ihracat değerine sahipken endüstrimiz 6,6 $/kg seviyesindedir. Buna göre, ekipmanda Almanya’nın yaklaşık 3 kat, İtalya’nın ise 2 kat daha fazla ihracatta değer yarattığı, ülkemizde traktörün ekipmana göre 1,7 kat daha değerli olduğu söylenebilir.
Bu değerler, sektörün bilgiye dayalı bir rekabete geçiş yapma zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bu kapsamda öncelikle firmaların “yeni üretim teknolojilerine sahip olması” dikkate değer bir husustur. Üretim tarafında maliyetleri düşürecek yüksek teknoloji yatırımlarının yapılması, ürün tarafında ise AR–GE’ye dayanan, fikri mülkiyet hakları ile korunmuş ve marka değeri olan bir yapıya ulaşılması sağlanmalıdır. Tabii tüm bu bileşenlerin yanı sıra, yerel ve küresel çapta tüm pazarlarda sektörel güncel gelişmelerin takip edilmesi de yüksek katma değerli üretime geçişte oldukça önemli bir husustur.